Sevgiyi Anlama Üzerine

0
1180

PSİKOLOJİK DANIŞMAN UĞUR KARAÜZÜM

Çoğu zaman sevginin ne olduğu konusunda karmaşık düşüncelere sahip olabiliyoruz. Sevginin bir emek sonrası mı yoksa doğuştan mı olduğu üzerine psikoloji literatüründe birçok tartışma bulunmaktadır. Davranışçı ekolü benimseyenler sevginin doğuştan olmadığı, sonradan öğrenildiğini söyler. Hümanist psikolojide ise insan doğuştan iyidir dolayısıyla sevgi doğuştan var olan bir duygudur, anlayışı hâkimdir. Bu tartışmayı bir kenara bırakıp sevginin ne anlama geldiği üzerine biraz yoğunlaşabiliriz. Sevgi deyince akla ilk gelen, genelde iki insan arasındaki bağ oluyor. Fakat bu bağın oluşumda insanlar birbirlerini nasıl sevebilecekleri konusunda çok da becerikli görünmüyorlar. Bu beceriksizlik kültürden kültüre, nesilden nesile bir aktarım şeklinde de geçebiliyor.

Sevgi ihtiyacı karşılanmamış bir çocuk ileride sevebilen anne, baba ya da eş olmakta sorun yaşıyor. Sevgiyi kavramış olsa bile hissettirme konusunda cömert davranamıyor; bunu hissettirse sebebini bilmediği bir utanç ya da karmaşık duygular yaşayabiliyor. Sevgiyi belki de fedakârlık ile açıklamalıyız. Sevgiyi siyah ve beyazın bütünleşmesiyle oluşan bir ton olan gri rengine benzetebiliriz. Siyah da beyaz da griyi oluşturmak için tonlarını yumuşatması gerekiyor. İnsanları da renklere benzetirsek insanın esnekliğinden bahsetmemiz gerekiyor. Katı, değişmez olduğunu düşündüğümüz yapıları biraz esnetip ortaya yeni bir oluşum çıkarabiliriz. Bu esnekliğin oluşumu biraz cesaret ve güç istiyor olabilir. Yıllarca alışagelmiş davranış kalıplarını değiştirmek gerçekten zor. Fakat bu zorlukla baş edip ortaya yeni bir renk, yeni bir güç çıkardığımızda hayatımız sevgi ile anlam bulabilir.

Erich Fromm(1956) bir kitabının adını “Sevme Sanatı” koymuştur. Bu adlandırma üzerine düşünürsek sevgi gerçekten biraz sanat ve sanatı yansıtabilecek sanatçılar istiyor. Bu sanatçılar, romantik ilişkileri düşündüğümüzde, kadınlar ve erkekler oluyor. Kadının ve erkeğin sevme sanatını yaşayıp yaşatabilmeleri için esnek bir tutum oluşturmaları gerekiyor. Çünkü sanat, yaratıcılık; yaratıcılık, özgürlük ve özgürlük de bir esneklik ister. Toplumsal bir perspektif aldığımızda katı tutumların yaygınlaştığı hiçbir toplumda sanat gelişememiştir. Arada birkaç cesur insan çıkıp o toplumun gerçeklerini yansıtabilmiş olsa da gerçek anlamda toplum sanatla bütünleşememiştir. Toplumun temellerini oluşturan bireyler arasındaki ilişkiye dönersek iki insan arasındaki sevgi ancak bu sanatla harmanlaşabilir ve yaşayabilir. Einstein’in(1954) kızına yazdığı mektupta “sevgi evrendeki en güçlü kuvvettir” sözüyle aslında dünyanın ve evrenin ruhunu devam ettirebilmesi için sevgiye ihtiyacı olduğundan bahseder. Bütün teknolojik gelişmeler, popüler yaşam insanın ruhunu kısa süreli doyursa da hiçbir zaman gerçek iletişimin ve gerçek sevginin verdiği hissi yaşatmayacağını vurguluyor. Bu sözle sevginin gücünün ve anlamının ne kadar önemli olduğunu kavrayabiliriz.

Sözü fazla uzatmadan, hayatta bir anlam ve doyum istiyorsak sevmeyi ve sevgiyi bilmemiz ve yaşamamız gerekiyor. Bunun için de sevgi üzerine kendi düşüncelerimizi, duygularımızı, davranışlarımızı yani tutumlarımızı fark etmeliyiz. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da kendimizi anlamamız, tanımamız gerekiyor. Sevme-sevilme denince bu kavramların bizim hayatımızdaki yerinin nerde olduğunu, kimlerle, hangi olaylarla, hangi davranışlarla, hangi sözlerle ne düzeyde bir bağlantıda olduğunu anlamamız gerekiyor. Hayatımızda sevginin güçlenmesinden bahsediyorsak öncelikle erkeksek bir kadını, kadınsak bir erkeği sevmek için çabalamamız gerekiyor. Buradaki çabalamaktan anlatmak istediğim, sevgi duygusu üzerine kendimizle barışık olmamız; sevgiyi içsel olarak hissetmemiz gerekiyor. Sevmeyi başarabilen kadın veya erkek ebeveynlik sürecinde çocuklarını da sevebilecek, sevmeyi öğretebilecek. Sevmeyi öğrenen çocuk da anlamlı hayat kurabilecek. Onun çocuğu da aynı hayatı yaşayabilecek. Dolayısıyla kültürden kültüre, nesilden nesile bir sevgi akışı gerçekleşebilecek. Asıl önemli olan şuanda sevmeye dair becerimizi arttırabilmek. Bunu her birey sorumluluk olarak görüp başarılı olursa gelecek nesillerin dünyasını sevgi ile güçlendirebiliriz. Geleceğe anlamlı bir hayat konusunda bir eser bırakabiliriz.

Paylaş
Önceki İçerikBir Sokak
Sonraki İçerikAcı Duygusuyla Yaşamak
Dünyada bir iz bırakmak, güzel işler yapıp kalplere dokunmak, insanları zaman zaman düşündürmek, okumaya teşvik etmek, alıp başını çığ gibi büyüyen cehalete bir dur diyebilmek, sonraki nesillere ve şuankilere hatta kendimde dahil iyi birer insan olmanın neler gerektirdiğini bulmak göstermek, iyiliğin mutlaka birgün kötülüğe galip geleceği inancını büyütmek ve sorunun aslında ağaçta, gökyüzünde, yağmurda, karda, güneşte, ayda, duvarda değil insanlarda olduğunu ve herkesin, herşeyin değişebileceğini göstermek amacı ile yola çıkmış elinden geldiğince yazmaya çalışan sıradan bir birey. :)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here