FARUK ALDANMAZ
Güneşin parıltısı ve masmavi gökyüzünün güzelliği altında bir bankta oturuyor etrafı izliyordum. Havada uçuşan kelebekler, kulağımda kuş cıvıltıları… Sokakta koşturan çocuklar ve tatlı bağrışmaları… Onları izlerken içimde oluşan huzur giderek artıyordu. Yüzlerindeki tebessüm gözlerindeki ışıltı beni dünyalarındaki mutluluk dolu hayata çağırır gibiydi. O gözlerde kayboldum. Bir anda etraf sessizliğe boğuldu adeta zamanda yolculuk eder gibi uzun bir süre sadece rüzgarın hafifçe fısıldamasını duyuyordum. Derin, çok derin bir sessizlik…
Çocukluğum gelmişti aklıma; ceplerim de misketlerim, ellerim de o çok sevdiğim topum… Koşuşturuyorduk mahalle arkadaşlarımızla ve ellerimiz çatlayana kadar misket oynuyorduk. Saklambaç… Evet saklambaç çocukluğumuzun vazgeçilmeziydi. Bir mahalle dolusu çocuk bir araya gelir saatlerce oynardık…
Bazen çöken karanlığa ve gökyüzünde parlayan yıldızlara bazen de anne ve babalarımızın tatlı kızmalarına aldırış etmeden zifiri karanlıkta oynamaya devam ederdik. Oyunumuzu çoğu zaman bizi incitmeye kıyamayan anne veya babalarımızın hafifçe kulaklarımızdan tutup eve götürmesi ile bitirirdik. Akşam yemeğinden sonra yatağımıza girer ve hemen ertesi gün olsun diye uyurduk. Ertesi gün başlayınca huzur ve mutlulukla yine bir araya gelir oyunlarımızı oynamaya başlardık.
Acımız, dert ve tasamız yoktu. Ara sıra top oynarken düşer dizlerimizi kanatır, misket oynamaktan ellerimizi kanatır, ağlardık. Çocukluk bu ya dizimiz kanasa kıyameti koparırdık ağlamaktan ve o an hayatta çektiğimiz en büyük acı sanırdık dizimizdeki kanamayı, öyle düşünürdük çocukken. Oysa o acıyı, bize verilen bir pamuk şeker hemen giderebiliyordu. Mutlu olmayı biliyorduk. Huzurlu ve umutlu günleri birer birer geçiriyorduk. Çocukluk işte…
Gözlerimin önünde beliriveren çocukluk yıllarımın anılarından yavaşça sıyrıldım. Önümde duran çocuklara yöneldim. O tertemiz çocuklara… Kimilerinin yüzlerinde hafif çamur, kimilerinin üzerinde yırtık pantolon, kimilerinin çıplak ayakları ve yaramazlıktan kanamış dizleri… Dünyadan bihaber çocuklar. Saf ve yüreği temiz çocuklar…
Biran içimdeki huzur yerini büyük bir kedere bıraktı. Ve etrafı kara bulutlar kaplamış gibi hissettim. Güneş ve masmavi gökyüzü bir anda kaybolmuştu sanki. Huzurum kaçmıştı… Aklımdan o masum çocuklara haykırmak istediklerim geçiyordu bir bir… – Ahh siz hep böyle kalın! Bilmeyin! Büyüyüp de insanların menfaat uğruna birbirlerini yarı yolda bırakabildiklerini görmeyin, o kötü ve geçmeyen duyguyu yaşamayın. Mahalledeki gibi yere düştüğünüzde elinizden tutan bir dostunuzun olmayacağını bilmeyin. Yalanlar söylemeyi, insan kırmayı, kavga etmeyi öğrenmeyin çocuklar.
Büyümeyin; şu zamanda kalın be çocuklar! Büyüdükçe her şeyin çocukluk yıllarınızdaki gibi saf ve temiz olamayacağını görmeyin. Biz hep çocuk kalamadık; bari siz hep kalın olmaz mı çocuklar? Bizler gibi hasretle o günlere geri dönmeyi ümit etmemek için büyümeyin. İnsanların her geçen gün kirliliğe ve karanlığa sürüklediği şu dünyayı görüp de üzülmeyin be çocuklar! Hep bu zamanda kalın çocuklar! Hep çocuk kalın işte…